Kedi Devrimi
Kedi Devrimi
Ahmet Zeynel
Buy on Leanpub

1 - Önsöz niyetine

Bu hikaye kedi ve insan toplumları arasındaki bazı benzerlikleri kedilerin ağzından anlatır.

Kahramanlarımız ve ana konular:

Çe

Çe’ye göre kediler insanlar tarafından evcilleştirilip köleleştirilmişlerdir. Cinslerine özel doğal haklarını kaybetmiş olan kedilerin bilinçlenip insanlara başkaldırması gerekir. Çe’nin hayatının misyonu kedi devrimini gerçekleştirmektir.

Hipatya

Güzel ve akıllı Hipatya bu dünyanın ana işleminin aşk olduğuna inanır. Aşk aşıklar arasında bir anlaşma olarak kendini belli eder. Yani bir çeşit bağımlılıktır. Hipatya’ya göre Çe’nin inandığı mutlak özgürlük aşksızlıktır. Steril bir hareketsizliktir. İlişkisizlik ve anlaşmasızlıktır. Kısacası, ölümdür.

Niçe

Hipatya’nın hocası ve yakın dostu Niçe hem kedi dünyasını hem de insan toplumunu hem de doğayı derinlemesine anlamış bir bilim kedisidir. Akademik dünyada Niçe’nin ismi maddesizlik felsefesi ile özdeşleşmiştir. İnsanların doğaya yabancılaşmalarının ve bu dünyadaki mutsuzluklarının sebebi okulcu filozof Newton’un kökten maddeci dogmalarına inanmalarıdır der Niçe. Yaşama halinin maddeye has olduğuna inanan insanlar kendilerini sömüren Tüzel Organizmanın yaşayan bir varlık olduğunu algılayamazlar. Niçe Çe’ye insanların bu hatasından ders almasını öğütler. En tehlikeli ve güçlü varlıklar görünmez olanlardır çünkü onlar sadece inanç olarak vardırlar.

Aşk

Tasavvuf felsefesini dini içeriğinden temizleyen Niçe onu doğal tasavvuf felsefesi olarak kendi sistemine eklemiştir. Varolan herşey tabiat dediğimiz bütünün isimleridir. Ana işlemi aşk olan bir dünya madde olamaz. Bu maddesizlik felsefesi maddecilik ideolojisinin zıttı değildir çünkü maddesizlik hiçlik demek değildir. Niçe maddecilik ideolojisinin vucudsuz olan Tüzel Organizmanın vucudlu olan insanlar üzerindeki egemenliğini sürdürmek için kullandığı en önemli silah olduğunu ilk anlayan düşünürdür.

Okulculuk ve bilim

Niçe okulları ve kurumları tek amaçları kendi varlıklarını devam ettirmek olan zararlı organizmalar olarak görür. Markalaşmış dinlerin insanları nasıl sömürdüğünü anlatan kitabını insanlık durumu ile ilgilenen herkes okumalıdır. Tabiatı madde olarak tanımlamak kurumsallaşmış dinlerin dogması olagelmiştir. Bu dinlerin çalışanları olan tanrıların taşaronları profesyonel ruhban sınıf, insanlara bu madde dünyasında eğer kimliklerinde yazan dinin kurallarına göre yaşarlarsa – yani evcil ve ehli olup tüzel organizmanın kölesi olurlarsa – öldükten sonra madde olmayan tinsel bir dünyada ölümsüz olarak yaşayacaklarını söylerler. Yani bu ölüm ötesi hayali dünyayı insanlara parselleyip satarlar. Vucudun ölümlü olduğunu gözlemleyen insanlar tinsel bir dünyada vücudsuz ve maddesiz ölümsüzlük hikayesine inanırlar. Bu aldatmaca binlerce yıldır başka işleri olmayan asalak ruhban sınıf tarafından en ince detayına kadar geliştirildikten sonra kitaplara kaydedilip koruma altına alınmış ve sorgulanması yasaklanmıştır. Niçe profesyonel sınıflar tarafından sorgulanması yasaklanmış her kavramı sorgular. Felsefi yöntemi budur. Bilimi sorgulamak olarak tanımlar. Çe’ye de aynı bilimsel yöntemi öğütler.

Özgürlük

Çe’yi devrimci yapan özgürlük kavramıdır. Daha doğrusu Çe’nin kendi cinsinde gözlemlediği özgür olmama halidir. Çe’ye göre insan evlerinde insan değerlerine göre yaşayan kediler özgür olamaz. Özgür olmayan kedi kediliğini yitirmiş demektir. Özgürlük efsanevi büyük kediler gibi doğa içinde tam bağımsız yaşamaktır. Devrime doğru ilk adım kedilerin doğal haklarına sahip çıkmaları olmalıdır. Hipatya ise ‘ben zaten özgürüm der.’ O evinin kraliçesidir. Evdeki insanlar onun mutlu etmek için vardırlar. Çe ise Hipatya’nın rahat ve güvenli bir yaşam için kedilik haklarını insanlara sattığını söyler.

Evcillik

Hikayenin en uzun, en felsefi ve en enteresan bölümünde Niçe insanların da kediler gibi evcilleşmiş yaratıklar olduğunu Çe’ye detaylı olarak anlatır. İnsanları evcilleştiren görünmez Tüzel Organizmadır. Bu Organizmanın ahtapot gibi bir çok kolları vardır. Bu kolların en güçlüleri kâr amaçlı küresel şirketler, bayrak devletleri, markalaşmış kitap dinleri ve tüketici üreten okullardır. İnsanlar bu görünmez organizmaları bayrak, logo ve markalar gibi sembollerle görünür yaptıktan sonra algılayabilirler ancak. Niçe ise parçaların bütünün isimleri olduğunu bilir ve bu tüzel organizmalar gurubunun aslında tek bir organizmanın isimleri olduğunu söyler. Niçe’ye göre insanların yaşamlarını kontrol eden ve onları sömüren de işte bu bedensiz insansal organizmadır.

Yabancılaşma

Nasıl ki insanlar kedileri insanlaştırarak onları yabancılaştırır ve köleleştirirse, vucudsuz organizmalar da insanların vucudunu kötüleyerek ve aşağılayarak insanları kendilerine yabancılaştırır ve onları vücutsuz tüzel kişilere dönüştürür. Kurumsallaşmış din ve dinin seküler şekli olan okul bu vucudsuzlaştırma işlemini insanlara uygular. Bu kurumlar tarafında ‘eğitilen’ veya yaşken Organizmanın isteklerine göre eğilip bükülen ve şekillendirilen insan yavruları bütün insanlıklarını kaybederler.

Sömürü

İnsanlar bu tüzel organizmalara karşı çaresiz olduklarının farkındadırlar ama neden çaresiz olduklarını bilemezler. Devlet vergi adı altında onları yolar, sonra da haraçladığı bu paralarla kendi insan dışı menfaatleri için diğer tüzel organizmalarla savaşa girer ve insanlara birbirlerini öldürtür. İnsanların zevki için kavga ettirilen horozlar gibi tüzel organizmaların zevki için birbirlerini öldürür insanlar. Marka dinleri de insanların özel hayatını kontrol eder ve onların üreme ve beslenme özgürlüklerini ellerinden alır ve insanların doğal ve özgür yaşamalarını yasaklar.

Kölelik

İnsanlar köleliklerini sorgulamadan kabul ederler. Başka çareleri de yoktur. İnsanların tek istediği Tüzel Organizmanın kölelikleri karşılığı vaad ettiği tüketim ve eğlence dolu rahat ve güvenli hayatı yaşayabilmektir. Ne yazık ki Organizma insanlara verdiği sözü tutmaz ve insanların en verimli yıllarını kullanır ve işe yaramaz duruma geldiklerinde de ellerine üç beş kuruş sıkıştırıp onları emeklilik adı altında güneşli bir beldeye ölümlerini beklemeye yollar.

Anlaşma mı? Kapitülasyon mu?

Kediler atalarının binlerce yıl önce insanlarla yaptığı anlaşmayı değiştiremezler. İnsanlar da atalarının binlerce yıl önce Tüzel Organizma ile yaptığı anlaşmayı değiştiremezler. Bu anlaşmalar o kadar eski ve yerleşiktirler ki ne insanlar ne de kediler bu anlaşmaların zincirlerini kırıp kölelikten kurtulamazlar çünkü onların bir cins olarak birleşip tek vucud olmaları imkansızdır. Vücudu ile kısıtlı olan fani birey vücudsuz ve bireye göre sonsuz Tüzel Organizma karşısında çaresizdir.

Tek vucud

Çe Niçe’nin karamsarlığını kabul etmez. İnsanlar her şeyden önce kendilerini sömüren insansal organizmaların aynı kendileri gibi yaşayan varlıklar olduklarını anlamalıdırlar. Böylece ortak düşmanlarını tanıyacaklardır. Bu Organizmanın zayıf noktası varolmaya devam edebilmesi için insanlara ihtiyacı olmasıdır. İnsanlar bu Organizmanın kanı gibidir. Bu bilinçlenme sonucunda sömürgeci organizma insanların ezeli düşmanı olarak tanımlanmalı ve ona bu durumu yansıtan bir isim verilmelidir. Ancak adı konduktan sonra bu Organizmaya karşı insanlar savaş açabilir. Kediler de kendi özgürlükleri için insanları işte böyle kendilerini sömüren kedisel organizmalar olarak görmelidirler.

İnsanlar sadece birlik olurlarsa Tüzel Organizmaya karsı savaşabilirler. Mesela, bütün insanlık bir gün Google’da arama yapmama gibi bir karar alıp uygulasa böyle bir güç gösterisi insanların birleşseler ne kadar güçlü olacaklarını kendilerine ispatladığı gibi tüzel organizmaları da düşündürürdü. Fakat her insan aynı kediler gibi sadece kendine dokunan olaylara tepki gösterir. Toplumun menfaati ancak bireyin sıcak menfaati ile çakışırsa birey harekete geçmeyi düşünebilir.

Alışkanlık

Niçe’nin maddesizlik felsefesinin bir sonucu da alışkanlığın madde olarak algıladığımız şeyler kadar gerçek olduğudur. Alışkanlığı bir yaşam felsefesi yapmış olan kediler bunu çok iyi bilir. Tüzel Organizmanın alışkanlıkları, yani insanların düzen diye algıladıkları şey, insanları içinde esir eden bir hapishanedir. Üstelik Tüzel Organizma insanların kendi alışkanlıklarına uymasını hukuk dediği kurallar sistemi ile düzenler ve bu kurallara uymayanları cezalandırır. Hukuk insanların değil Tüzel Organizmanın özelliğidir. İnsan kurumsallaşmadığı oranda insan kalır. Bu görünmez hapishane, kuşların kafesi gibi, insanları dış dünyadan korur, hayatlarını düzene sokar, vermeleri gereken kararları azaltır, yani onları mutlu eder, fakat aynı zamanda da özgürlüklerini yok eder. İnsanların özgürlükle olan ilişkileri aynı süs kuşlarının ki gibidir. Onlar düzen hapishanesi dışında uzun süre yaşayamazlar. Özgürlükleri mutluluklarını zehirler. Çoğu insan tatil dedikleri geçici düzen dışına çıkma olayına bile bir iki haftadan fazla dayanamazlar ve evlerini özlerler. Düzeni sorgulayan herkesin en büyük problemi düzene alışmış olan bu insanların alışkanlıklarını kırmaktır. Gerçekten zor bir iş.

Neden özgürlük

Düzen hapishanesini rahat ve güvenli evleri olarak gören çoğunluk, Hipatya gibi, hayatından memnundur. Onlar kendi özel alışkanlıklarını Organizmanın alışkanlığına uydurdukları için akorlu iki nota gibi düzenle uyum içinde yaşarlar. Evcil insanlar için Çe’nin inandığı tipte bir özgürlük hiç de istedikleri ve özledikleri bir hal değildir. Onları evcilleştiren Organizma evcilliği ve ehliliği yücelten propagandasını eğlence adı altında onlara devamlı satar. Bu eğlenceli propagandaya bağımlı olan halk da kolayca şekillendirilir ve kontrol edilir. Onlar evcilliklerinin tadını çıkartırlar. Hipatya ‘bunun ne zararı olabilir ki?’ diye sorar.

Para

Kedi Dünyasının insan dünyasından önemli bir farkı kedilerin paraya tenezzül etmemeleridir. Bu yüzden kedileri kontrol etmek insanları kontrol etmek kadar kolay değildir. İnsan dünyasında tek gerçek paradır. Her insan parayla satın alınabilir. Kediler alınamaz.

İnsanlar daha en erken yaşta toplumun para denen bir fay hattı ile ikiye ayrıldığını anlarlar. Tüzel Organizmanın hizmetinde olan profesyonel sınıf para zengini olur ve rahat ve güvenli bir hayat yaşar. Profesyoneller emekle değil para ticareti yaparak zengin olurlar. Onların o kadar çok artı değer parası ve enerjisi vardır ki paralarını harcamakla enerjilerini de spor yapmakla bitiremezler. Fay hattının yanlış tarafında ise emeklerini satan fakir sınıf açlık sınırında hayat mücadelesi verir. Eğer seçim hakkı verilse bütün insanların profesyonel olmayı seçecekleri kesindir. Fakat Tüzel Organizma hizmetkarlarını koyduğu kurallara ve kotalara göre seçer, bu sebepten binlerce yıldır profesyonel-emekçi, yani, sömüren-sömürülen oranı hep aynı kalmıştır. İnsan toplumunda para aynı türden olmayan ve birbirleri ile mukayese edilemeyen şeyleri birbirine çeviren işlemdir. Parayı kontrol eden profesyonel sınıf değerleri de kontrol eder. Kendi değerlerini yücelten profesyonel sınıf onlara ulaşamayan halkı kolayca çeşitli vaadlerle kontrol eder. Profesyonel sınıf Tüzel Organizmanın değerlerini insanlara medya yoluyla programlar. Vücudsuzluğu ve akılsızlığı yüceltir; bireyciliği ve bağımsız düşünceyi ve sorgulamayı aşağılar.

İşbirlikçi profesyonel sınıf da Tüzel Organizmanın kölesidir. Onlar insanlıklarını Tüzel Organizmaya satmışlardır. Hikayede bu profesyonal sınıfı sokak aralarında kedileri besleyen bir kadın temsil eder. Kendini kedilere adamış olan bu kadına biz ‘Kedi Ana’ diyoruz.

Holivud

Bir de Holivud adlı karakter vardır. Holivud insanlığın çoğunluğunun sembolüdür çünkü o kendini hayatın tadını çıkartmaya adamıştır. O gününü yaşar. Felsefe ve devrim gibi şeylerden uzak durur.

Hikaye

Hikayemizin kurgusu çok basittir. Her sahnede iki karakter sıra ile konuşurlar. Bu yüzden konuşanların isimlerini yazmaya gerek yoktur. Tek istisna Çe’nin Özgürlük Cemiyetine yaptığı ziyareti anlatan sahnedir. Bu sahnede departman temsilcileri kendi stratejileri hakkında konuşurlar. Bu silik devrim bürokratlarının isimlerini zaten bilmek gerekmez.

Altı sahnemiz var: 1. Çe Hipatya’da 2. Çe Özgürlük Cemiyetinde 3. Çe ve kız arkadaşı Çe’yi çekiştiriyor 4. Çe Holivud’u uyarıyor 5. Niçe’nin Çe’ye öğütleri 6. Çe ve Hipatya: Belirsiz son

Bu sahnelerden beşincisi Niçe’nin o meşhur uzayıp giden felsefi diskurlarından birine dönüştüğü için onun yerine Niçe ile yapılmış kısa bir röportajı okuyabilirsiniz. Bu röportaj Özgürlük Cemiyetinin Yeni Bilinç dergisinde yayınlanmıştır ve hikayenin sonuna eklenmiştir.

Bu anlamlı ve duygusal hikayeyi yediden yetmişe her insanın ve kedinin zevkle okuyacağından şüphemiz yok.

2 – Çe Hipatya’da

Bu ilk sahnede Hipatya televizyonun karşısındaki koltuğa uzanmıştır. Çe’nin geldiğini görünce okuduğu romanı kapatır ve ona yanına oturmasını söyler.

– Selam Hipatya.

– Selam, Çe. Nasılsın?

– İyidir.

– Hmm. . . Devrimci havandasın yine. İyi o zaman, hadi başla beni bilinçlendirmeye!

– Sana verdiğim kitap o işlevi görmeliydi. Okudun mu?

– İçinde aşk olmayan bir hikayeyi ciddiye alamam.

– Almalısın. Hayvanlar Çiftliği insanların hayvanları nasıl sömürdüğünü anlatan bir başyapıttır.

– Sen şimdi bana hayvan mı dedin?

– Nasıl yani?

– Hayvanlar ahırda yaşar, Çe. Biz kediyiz. Evde yaşarız. Benim güzel evimi ahıra mı benzettin yoksa?

– Hayır, hayır. Onu demek istemedim. Fakat yaşadığın bu ev insanların evi, Hipatya. Bizim yerimiz doğada.

– Yabaniliği o kadar seviyorsan sen sokakta yaşamaya devam edersin.

– Sen de şimdi bana yabani dedin.

– Ben iyi anlamda söyledim.

– İnsanlardan bağımsız yaşamak yabanilik değildir. İnsanların medeniyeti evcillik olarak tanımlamalarını kabul etmiyorum. Bizim medeniyetimiz insanların evcilleşmelerinden çok daha eskidir. Binlerce yıl önce insanlar mağaralarda yaşarken atalarımız dev kedilerden hem korkar hem de onlar gibi usta avcı olmak isterlerdi.

– İnsanlar medeniyeti bizden öğrenmiş . . . öyle mi, Çe?

– Biraz öyle. Yoksa eski insanlar olan piramitçiler neden kedileri tanrılaştırsınlar ve onları insan üstü varlıklar olarak görsünler?

– Dinle beni, Çe. Piramitleri diken o eski kavim, taşı toprağı, hayvanları, suyu, havayı, gökyüzünü, yeraltını, sağı solu, uzuvlarını, kavramları, sembolleri ve gördükleri ve görmedikleri her şeyi tanrılaştırmışlardır. Kedileri tanrılaştırmasalardı asıl garip kaçmaz mıydı?

– Ne?

– Tanrılaştırma markalaştırmanın eski adıdır. O kavimin çok gelişmis bir tanrılaştırma sektörü vardı. Aynı işlevi bugün medya ve Holivud ortaklaşa üstlenmişlerdir. Halkın markalaştırılmış kavramlarla kolayca programlandığını o kavim 5000 sene önce keşfetmiş. Ne büyük bir buluş değil mi?

– İstersen bugüne dönelim.

– Dönelim. Niye evde yaşadığımı sorgulayacaksın değil mi?

– Sen bir kedisin, Hipatya, ama bir insan evinde insanların koyduğu kurallara göre yaşıyorsun. Niye insanlara bu kadar özeniyorsun? Okuduğun kitaplar bile insanların yabancılaşmasını anlatan saçma aşk romanları. . .

– Saçma mı? Sence aşk saçma bir şey mi?

– Aşk konusunda ne kadar hassas olduğunu unutmuşum.

– O beğenmediğin insanlardan biri bak ne demiş:

Aşksızlara verme öğüt öğütünden alır değil
Aşksız varlık hayvan olur hayvan öğüt bilir değil

– Güzel bir öğüt!

– Çe, varlıkları geçici olan vucutlarına göre kesin sınıflara ayırmak yanlış değil mi sence?

Varlıkları sınıflandırma vucud ile
Vucud onun değil
Ya aşklıdır varlık ya aşksız
Hukuk ile doğan aşk bilir değil

– Bu da senin öğütün mü?

– Kediler ve insanların aynı tür varlıklar olduklarını görmüyor musun? Dış görünüşlerimiz farklı olabilir ama biz aynı varlıklarız. Ortak özelliğimiz aşk bizim.

– Ya özgürlük? Özgürlüğü biliyor muyuz?

– Sence?

– Biz özgür değiliz. İnsanların egemenliği altında yaşıyoruz.

– Hiç de değil. Ben kimsenin egemenliği altında yaşamıyorum. Bu evin tapusu benim üstüme olmasa bile egemenliği bana aittir. Evin kraliçesi benim.

– Bundan şüphem yok, sayın hanımefendi!

– Olmasın. Bu evin insanları bir kağıt parçasına imza attıkları için evin sahibi olduklarını zannederler ama aslında onlar benim hizmetimdedirler.

– Gerçekten?

– Onlar her işimi görürler. Mamamı hazırlarlar, makyajımı ve tuvaletimi yaparlar, daha ben söylemeden kürkümü tararlar, sıhhat kontrollerim için doktora götürürler, yalnız kalmak istediğimde de hepsini yollarım ve onların koltuk dediği bu tahtıma çekilirim ve aşk romanlarımı, pardon, saçma aşk romanlarımı, okurum.

– Ama sen . . .

– Onlar tüylerime bile taparlar. Düşen tüylerimi teker teker toplayıp biriktirirler. Senin anlayacağın ben insanların emrinde değil, onlar benim emrimde yaşarlar.

– Ama sen bu rahat ve güvenli yaşam için özgürlüğünden vazgeçiyorsun.

– Aaa! Özgür olmadığıma nasıl karar verdin? Tabii ki özgürüm ben. . . Ya sen?

– Özgür yaşıyorum ben. Özgürlüğümden taviz vermem.

– Sokakta yaşamak mı seni özgür yapıyor? Yoksa uyman gereken vahşi sokak kanunları mı? Yoksa insan artıkları için aç kedilerle kavga etmek mi? Git! Hemen sokağa geri dön! Eylemine orada devam et!

– Özür dilerim seni kırmak istemedim.

– Özürün kabul edildi. Hadi gel bir şeyler atıştıralım.

– Karnım tok. Bana müsaade. Hoşçakal.

– Çok ani kalktın, Çe. Ama sen bilirsin. Yarın çaya davetlisin. Niçe burada olacak, o da seninle tanışmak istiyor. Özgürlüğün kuramsal esaslarını tartışırız hep birlikte.

3 – Çe Özgürlük Cemiyetinde

Özgürlük bireysel bir kavram, bireye has, peki, kurumlar bireyin özgürlük savaşında ona faydalı olabilir mi? Özgürlük Cemiyetine giderken Çe’nin aklında işte bu soru vardı. Özgürlük Cemiyeti kedi davası için çalışan en eski ve köklü örgüttür. O kadar eskidir ki ona örgüt yerine teşkilat demek daha doğru olurdu. Önce Cemiyetin çeşitli departmanlarında temaslarda bulunan Çe daha sonra da strateji alt grubunun haftalık toplantısına izleyici olarak katılır. Aşağıdaki satırlar Çe’nin tuttuğu notlardan derlenmiştir. Çe’nin bu cemiyet hakkındaki fikirlerini Niçe ile sohbetinde okuyacaksınız.

– Yoldaşlar! Kedilerin kurtuluşunun tek yolu köpek dostlarımızla stratejik işbirliği yapmaktır. Kedilerin zekası köpeklerin kaba kuvveti ile birleşince insanların bu iki millet üzerindeki egemenliği sona erecektir. Kedi köpek birliği için elele!

– Köpekler bireysel özgürlük nedir bilmezler, onlar güruh kanunlarına göre yaşarlar. Köpekten bize dost olmaz.

– Dosta değil silaha ihtiyacımız var. İnsanlar sudan sebeplerle birbirlerini korkusuzca öldürmelerine rağmen teke tek karşılaştıklarında köpeklerden korkup kaçarlar.

– Karşılaşmayı boşver, “Dikkat köpek var” tabelası bile onları korkutmaya yeter.

– “Dikkat kedi var” tabelası aynı etkiyi yapar mı? Yapmaz. İşte bu sebepten, köpekleri silahımız olarak kullanmalıyız.

– Hangi cinsi?

– Açtığımız ihaleye başvuran cinsler arasında en çok safkan pitbulların sunumunu beğendik. İlk etapta yediyüz lejyoner pitbulu saflarımıza kattık ve onlara istedikleri kadar mama veriyoruz. Hazır olunca bu kana susamış yaratıklar evlere baskın yapıp insanların köleleştirdiği ırkdaşlarımızı kurtaracaklardır.

– Ya kurtarmak yerine onları da yerlerse! Yoldaşlar! Bu hayallere kapılmayın. Köpekle arkadaşlık eden er veya geç ısırılacaktır. Psikopat pitbullardan uzak duralım. Köpekler bizim ezeli düşmanlarımızdır.

– Yalan! İnsanların uydurduğu bir propaganda bu! Böl ve sömür politikası uygulayan insanlar kedi zekası ve köpek dişinin kendilerine karşı birleşmesini istemezler. Birlikten güç doğar! Köpeklerle işbirliğine evet!

– Köpeklerle işbirliği isteyenler insanların tek gerçek dostu olan köpeklerin onlara karşı hiç bir zaman savaşmayacağını anlamıyor mu?

– Doğru. Doğru.

– Özgürlük mücadelemizde her şeyden önce bütün kedilerin bilinçlenmesi gerekir. Bu küresel bilinçlenme projesi dahilinde Yeni Bilinç adlı dergimizi dünya kedilerine bedava dağıtıyoruz.

– Boş laflar bunlar. Edebiyat yaparak özgürlük kazanılmaz.

– İzin ver de lafımı bitireyim. Daha 1,5 dakka hakkım var.

– Özgürlüğün bedeli kandır.

– Bilinçsiz akıtılan kan hainliktir. Yeni Bilinç’in amacı kitleleri bilinçlendirmektir. Dergimizi okuyarak bilinçlenen kediler örgütlenecek ve kedi değerlerine sahip çıkacaklardır.

– Özgürlük dergi sayfalarında değil savaş alanlarındadır.

– Sayfalarımız bilinçlenme alanlarıdır. Arkadaşlar! Kölelik insanlaşmak demektir. İnsan değerleri ile eğitilen yavrular kediliklerini kaybediyorlar. Yeni Bilinç onlara özgürlük bilincini aşılıyor.

– Tamam. Doldu vaktin. Kapa çeneni. Biz özgürlük edebiyatı yapmıyoruz. Biz CİA desteği ile gerilla kediler yetiştiriyoruz. Bu kediçeriler hem pitbullardan daha akıllı hem de daha güçlüdür. Buna rağmen bir kediçeriyi bir pet kediden ayırmak mümkün değildir. CİA’nın en son gerilla teknolojisi bu mucizeyi mümkün kılmıştır. Zamanı gelince insanlar pet zannettikleri köstebek kediçerilerin saldırısına uğrayacaklar ve saf dışı kalacaklardır. Köleleşmiş kardeşlerimizi kurtarmanın tek yolu budur.

– Şiddet dostu arkadaşım, biz kediler bizi besleyen eli ısırmayız. Şiddetle kazanılan özgürlük şiddetle kaybedilir. CİA bugün sana sattığı teknolojinin yeni versiyonunu yarın başkasına satar.

– Köpeklere ve CİA’ya güvenilmez.

– Kalıcı bir özgürlüğe giden tek yol hukuktur. Bağımsızlığımızı atalarımızın insanlarla uzun yıllar önce yaptığı bir anlaşma sonucu kaybetmiştik. Yine hukuki bir anlaşma ile geri alacağız.

– Benden önce konuşan değerli arkadaşlarım! Hepinizin fikirlerine sonsuz saygım var. Fakat bu önerilerinizin hiç biri özgürlük savaşımızda bize yararlı olamaz. Biz ancak insanlar gibi iki ayak üzerinde yürümeyi başarırsak o zaman insanlar bizi ciddiye alır ve onlarla eşit düzeyde ya anlaşırız ya da savaşırız.

– Çok doğru! Yaşasın iki ayaklı kediler!

– İki ayak üzerinde yürümek için evrim kuramının bizi de insanlar gibi iki ayaklı yapmasını bekleyemeyiz. Zaten bilimsel bir kuram mı yoksa akademik komplo mu olduğu belli olmayan evrim kuramının doğru olsa bile sonsuz denebilecek bir yavaşlıkta işlediği bilinmektedir. Üstelik evrimin bizi de iki ayaklı yapmak gibi bir planı olup olmadığını bilemeyiz. Ya işler ters gider de evrim bizi kırkayaklıya dönüştürürse! O zaman bütün planlarımız altüst olurdu.

– Evrime güvenmiyorsan evrimin karşıtı olan akıllı tasarımcı kuramını deneyebilirsin. Akıllı tasarımcıya ulaşabilmek için bu konuda uzman taşaronların yardımına ihtiyacın olacaktır. Bu taşaronlar projeni dua ve ayin şekline koyup akıllı tasarımcıya ulaştıracaktır. Bir de bakarsın bütün evreni tasarımlayan bu büyük tasarımcı bizi de iki ayaklı yapıverirdi.

– Bu sözde akıllı tasarımcının insanları iki ayaklı yapayım derken ne büyük tasarım hataları yaptığını görmüyor musun?

– Ne gibi?

– İnsanların iki ayaklıya geçiş projesini o kadar aceleye getirmiş ki onların kuyruklarını tasarlamayı unutmuş. Ön ayakları el yapınca onlara parmak eklemesi bir tasarım inovasyonu olabilir. Peki ya ayak parmakları? Kadınların vucutlarında boyayacakları bir yer daha olsun diye mi ayak parmaklarını tasarlamış? Başka bir işlevi yok ki ayak parmaklarının. Öyleyse tırnaklarını boyamayan erkeklerin neden ayak parmakları var? Çok anlamsız.

– Form ve fonksiyon diyalektiğini anlayamamış. Bir talebeden bile beklenmeyecek hatalar bunlar.

– Neresinden bakarsan bak, insanlar akıllı bir tasarımın sonucu olamazlar. Bu kadar beceriksiz bir tasarımcıya güvenip nasıl bizi de iki ayaklı yapmasını isteriz?

– Ne yapalım o zaman?

– İyi bir soru. Yukarıda bahsettiğim sebeplerden evrim veya akıllı tasarımcı kuramları ve onların taşaronları ile uğraşmak yerine bu projeyi pratik olarak kendi imkanlarımızla gerçekleştirmeye karar verdik ve gönüllü arkadaşlara özel kamplarımızda iki ayak üzerinde yürüyüş dersleri vermeye başladık.

– Sonuç?

– Bu girişimimiz tahminlerimizin üstünde iyi sonuçlar vermektedir. İki ayak üzerinde yürümeye başlayan gönüllülerimizin karakterlerinin ivedilikle değiştiğini ve aynı insanlar gibi vahşi, kalleş, şerefsiz, kin ve nefret dolu, hem gururlu hem zavallı, iki yüzlü, eğlenceye bağımlı, seks manyağı ve para delisi aşağılık yaratıklara dönüştüklerini gözlemliyoruz.

– Büyük başarı! Tebrikler.

– Sağolun. Sağolun. Demek ki insanları insan yapan bir tasarım hatası sonucu iki ayak üzerinde yürümeye başlamalarıdır. Biz de iki ayak üzerinde yürüyerek insanlarla insan gibi ilişkiye girebileceğiz. Toplantıdan sonra gönüllü yazılmak isteyenler bana haber versinler. Her yazılan arkadaşa üzerinde “İki ayaklı kedi insanı yendi” yazılı tişörtler verilecektir. Kamptaki arkadaşlarınızla karşılaştığınızda tişörtünüzü okuyabiliyorlarsa iki ayaklı oldunuz demektir.

– Muhteşem bir proje! Yaz beni. Hep seks manyağı olmak istemişimdir.

– Yoldaşlar! Hepinize teşekkür ediyorum. Bugünkü strateji tartışmalarımız sona ermiştir. Haftaya yine aynı saatte davamızın stratejik temellerini atmaya devam edeceğiz. Özgürlük savaşçısı yoldaş Çe’nin aramızda bulunmasından büyük mutluluk duyduk. Ona eylemlerinde başarılar diliyoruz. Hedefimiz özgürlüktür! İleri!

4 – Çay saati: Hipatya ve kız arkadaşı Çe’yi çekiştiriyor

Hipatya Çe’nin devrime olan katıksız tutkusunu anlar fakat özgürlük konusunda ondan ayrılır. Birey mutlu yaşamak ister. Mutluluk da devamlılıktan gelir. Yani bir düzene bağımlılıktan. Her bağımlılık kırılması gereken bir kölelik zinciri değildir. Sarmaşığa özgürlüğünü veren bağlandığı ağaçtır. Özgürlük savaşçıları neden bunu anlamazlar?

– Demek Çe kendini iyice devrime vermiş.

– Kedileri insanların egemenliğinden kurtaracak. Bağımsız yaşamalıyız diyor.

– Neden? İnsanlar bizim dostumuzdur. Onlar evimizin her işini görürler bize de rahat ve mutlu yaşamak kalır.

– Bu rahat yaşamın bedelini özgürlüğümüzle ödüyoruz diyor. İnsanların hayvanlara yaptıkları haksızlıkları anlatan bir kitap almış bana Hayvanlar Çiftliği diye.

– Ne romantik çocuk! Dünyadaki bütün haksızlıkların amansız düşmanı. Ama, Hipatyacığım, biz hayvan mıyız?

– Hayır canım, merak etme, tabii ki hayvan değiliz! İnsanlar bizi hayvan diye tanımlıyorsa bu kendilerini üstün göstermek içindir. Sen böyle insan merkezci tanımlamalara inanma. Özgürlük bireyin kendi duruşunu tanımlama hakkıdır.

– Tanımlamalardan hiç anlamamışımdır. Sense hep en iyi notları alırdın. Holivud ne yapıyor? Pek bi aşık sana.

– Holivud’u çok severim ben. Elinde bir buket gelir aşkını ilan eder. Tatlı yalanları ile gönlümü okşar, bir taviz koparmaya çalışır. O sadece bana değil her kadına aşıktır.

– Holivud hayattan zevk almak için yaşıyor, hayatı değiştirmek için değil.

– Geçen gün Çe çat kapı gelince Holivud de buradaydı. Televizyon seyrederken uyuya kalmışız baş başa. Çe bizi o şekilde görünce ters yorumladı ve fena hırpaladı onu. Zavallı Holivud zor kaçtı.

– Bu ne kıskançlık, hayatım! Aşkını başka türlü gösteremiyor herhalde.

– Yok canım, onun tek aşkı devrim.

– Devrimciler de aşık olur, Hipatyacığım. Beraberlik planları var mı?

– Yok. Ben sokakta yaşamam, o da eve gelmez.

– Neden gelmezmiş? Evin rahatlığını ve güvenliğini bir tatsa . . .

– Özgür yaşamaya alışmış o.

– Özgürlük karın doyurmaz. Herkes rahat ve düzenli bir hayata çok kolay alışır. Evde her şey düzenli. Yaşam derdi yok. Ekmek elden su gölden. En önemlisi sen varsın.

– Onun özgürlüğü benden önemli.

– Özgürlük, devrim ve en sonra sen? İnanmam! Hem senin felsefi düşüncelerinin devrime ne kadar büyük bir katkısı olacağını görmüyor mu?

– Çe bir eylem kedisi. Çay saatlerinde felsefi incelikler tartışmak yerine eylem yapıyor.

– Belki de eve yerleşirse başına gelecekleri bildiğinden sokakta kalmayı tercih ediyor.

– Bilmez mi? Bilinçlenmiş o. Kedi Ana’nın arkadaşlarını nasıl kandırdığını görüyor.

– Neden kandırsın ki? Aç sokak kedilerini besliyor, iyilik yapıyor onlara.

– Anlamıyor musun? Kedileri kutu mamaya alıştırıp güvenlerini kazandıktan sonra onları bir çantaya koyup veterinere götürüyor ve ameliyat ettiriyor sonra da pet olarak evlere yerleştiriyor. Kedi Ana küresel kutu mama şirketlerinin bir ajanıdır.

– Vah vah! Zaten o kutu mamalar yenecek cinsten değil. Ama ameliyatın acısı geçer bir iki günde, üzülmeye değmez.

– Bıçak acısı geçer ama yarattığı eksikliğin bilinci yakar durur.

– Sence Holivud farkında mı?

– Çe uyarıyor ama Holivud’un umurundu değil. Bu yakınlarda ortadan kaybolursa şaşırma dedi. Holivud’u bir gün bir evin penceresinden hasretli gözlerle sokağa bakarken göreceğim diyor. Holivud kadar yaşamayı seven biri için ne kadar hazin bir son . . .

– Holivud’un başına böyle bir şey gelse bütün dünya kadınları yas tutardı mutlaka. Her neyse, Holivud hayatı olduğu gibi kabul eder. Evcilliği sevmeyeceği ne malum. Belki de Holivud rahat evinin penceresinden bakıp “zavallı Çe, hala sokaklarda sürtüyor” diyecektir.

– Çe’nin bir misyonu var. Sokaklarda sürtmüyor o. Onu yeteri kadar tanımıyorsun, nasıl yargılarsın.

– Pardon canım. Kötü bir niyetim yoktu.

– Sonradan evcilleşmiş kediler obezleşip tanınmaz hale geliyorlarmış. Onlar serbest kalsalar bile tekrar sokağa uyum sağlayamazlarmış ve ölürlermiş. Çe kedileri insanların bu zulmünden kurtaracak. Misyonu bu.

– Elbette çok önemli bir misyon. Bütün kalbimle destekliyorum.

– Bir çay daha al.

5 – Çe Holivud’u uyarıyor

Kızlar ve kutu mama Holivud’un değişmez tutkularıdır. Bu sahnede Kedi Ana’nın oralarda eylem yapan Çe ile Holivud karşılaşır.

– Vay! Komutanım Çe! Sakinleştiniz mi o günden beri? Ani saldırınızla Hipatya’yı çok korkutmuştunuz.

– Uzak dur ondan.

– Biz sadece arkadaşız. Sadece frends yani okey?

– Bir daha seni onun yanında görürsem. . .

– Sakin olalım komutanım. Hipatya çağrı yollarsa onu ziyaret etmek vazifemdir. Beni çok sever o. Kulağına fısıldadığım aşk hikayelerine bayılır.

– Çağırırsa gidersin.

– Hadi git sen de karnını doyur, bak, Kedi Ana yeni bir kutu açıyor. Çok zayıf gördüm seni. Devrimcilik zor zanaat anlaşılan.

– İnsanların bizi zehirlemek için icad ettikleri kutu mamadan yemem. Kafan çalışsaydı sen de yemezdin.

– Ben aylardır yiyorum. Zehirlenmedim. Tam aksine kilo aldım. Güçlendim. Kızlarla elektriğim arttı. Keyfim gıcır. Kedi Ana green kart piyangosuna başvurdu benim için, Amerika’ya gidecem. Biliyorsun en best mamalar orada. Niyyork’ta hot çiksler beni bekliyor. He, he,he.

– Zehirlenme sadece midede olmaz. Senin kafan zehirlenmiş. Kedi Ana’nın en büyük düşmanın olduğunu göremiyorsun.

– O benim karnımı doyuruyor, hem de karşılığında bir şey istemeden.

– İnsanların dünyasında karşılıksız verilen bir şey yoktur. Yediğin mamaların bedelini çok ağır ödeyeceksin.

– Yok ya! Bak şu işe.

– Kedi Ana’nın amacı kedileri insanlaştırmaktır. Onun inancına göre insanları yaratan insan tanrısı insanları bütün varlıkların efendisi olarak yaratmıştır. İnsanlaştırıp kurtardığı her kedi onu insan cennetine bir adım daha yaklaştıracaktır.

– Büyük laflar gırla sende. Kutu mamaları mideye indirmek kurtuluşsa ben kurtarılmaya hazırım. Kedi Anaaa! Gel kurtar beni.

– Kedi Ana’nın gözünde biz kendi kendilerini beslemekten aciz zavallı yaratıklarız. Çok yakında elinde bir çanta ile gelip seni o çantanın içine koymaya çalışacaktır. Amerika’ya vizenin çıktığını ve seni o çanta ile Amerika’ya yollayacağını söyleyecektir. Sen de sevinip Amerikan malı mamaların hayali ile çantaya gireceksin. Giriş o giriş. Senden bir daha haber alınamayacak.

– Sevin! Hipatya sana kalacak.

– Onun adını ağzına alma.

– Saçmalamayı bırak da git sen de karnını doyur. Açlıktan ne dediğinin farkında değilsin. Kedi Ana senin devrimci olduğunu biliyor. “Eylem yaptıktan sonra gelsin o da karnını doyursun” diyor.

– Kediyim ben, insan değil. Kediliğini kaybetmek istemiyorsan sen de kutu mama yemezsin.

– Mama polisi misin sen? Karnımı doyurma özgürlüğüm en temel hakkımdır. Bu özgürlük devrime dahil değil mi?

– Seni uyarıyorum sadece.

– Ben de seni uyarıyorum. Senin yerinde olsam o filozof bozuntusu Niçe’nin safsatalarına inanmam. Hala maddesizcilik felsefesini tekrarlayıp duruyor mu?

– Maddesizlik.

– Her neyse, mama madde değil mi? Madde. Hem de leziz madde.

– Felsefe sana göre değil.

– Devrim de sana göre değil. Felsefe devrimin en büyük düşmanıdır. Felsefeyi tek bir slogana indirgeyip devrimi o sloganla yapmalısın. Senin sloganın ne? Yok. Eylem kedisiyim diyorsun ama filozofluk aşamasını geçememişsin. Niçe gerçek maddesizlik dünyasına göçünce seni mahallenin filozofu yapacağız. O zaman Hipatya ile gönlünce aşk ve felsefe tartışırsın. Yoksa felsefe konuşurken ne kadar seksileştiğini farketmedin mi?

– Haddini aşıyorsun.

– Öyleyse şuutmi! Gönül işleri ile devrimi ayıramayan romantik devrimci Çe! Kızlarla felsefe tartışarak mı devrim yapacaksın?

– Anlamadığın konularda diskur çekme bana.

– Niçe’ye göre tuzu kuru organizmalar dünyayı ele geçirecekmiş, duydun mu?

– Tüzel organizmalar dünyayı ele geçirmişler bile. İnsanların efendisi onlar.

– Tuzu kuru organizmaların mamalarını yiyerek insanlar kafayı yemişler yani. Tuubed! Çok üzüldüm.

– Tüzel organizmalar denir onlara. Küresel mama şirketleri insanları işlenmiş şekere ve ağır yağlara alıştırıp onları obezleştirmişlerdir. Onlar midelerini zararlı maddelerle doldurmak için çalışır dururlar . . .

– Zavallı insanlar, demek mamaları için çalşmaları gerekiyor.

– . . . obezleştikten sonra da yine aynı küresel organizmaların sattığı diyet formüllerini içip eski hallerini bulmaya çalışırlar. Bu küresel organizmalar insanlar yolu ile bize de ulaşır. Onların değer verdiği tek şey pazarlarıdır. Bizi de canlı varlıklar olarak değil de pazar olarak görürler. Pet hayvanları pazarına dahiliz biz. Eskiden avlanarak yediğimiz sert etler yerine şimdi makineden geçmiş yumuşak püre mama yemeğe zorlanıyoruz bebekler gibi . . .

– Ingaa, ıngaa . . .

– Hakiki et yediğimiz zamanlarda kükrermişiz, şimdi miyavlıyoruz.

– Cangılda yaşamıyoruz artık sayın dostum. Zaten ben halimden memnunum. Karnımı doyurup günümü yaşamaya bakarım. Karpe diyem beybi! Yarın ne olacağı belli mi? Bak bu bilinçlendirme eylemin yine acıktırdı beni gidip biraz daha zehirleyeceğim kendimi. Sana kolay gelsin. Devrimi yapınca uyandırırsın beni.

6 – Niçe’nin Çe’ye öğütleri

Niçe yeni bir varlık tipi tanımlamıştır: Tüzel Organizma. Bu varlığın en önemli özelliği insanların efendisi olmasıdır. Niçe Çe’ye Tüzel Organizmayı incelemesini ve iyice anlamasını öğütler çünkü insanlarla olan savaşında istese de istemese de İnsanların Efendisi karşısına çıkacaktır. İşte Niçe’nin bir rakı sofrasında Çe’ye söyledikleri.

– Çok değerli dostum Niçe. Devrimin kuramsal temellerini uzun yıllar önce atan sensin. Belirlediğin yolda emin adımlarla ilerliyoruz. Kedilerin özgürlüğüne içelim!

– Devrime kendini adamış yoldaş Çe! Kedileri insan egemenliğinden kurtarmak için giriştiğin bu kutsal mücadelede benim mütevazi fikirlerimin de bir yeri varsa ne mutlu bana. Kedilerin özgürlüğü hiç ölmeyecek bir tutkudur benim için, bundan şüphen olmasın, ama en son araştırmalarım kedilerin insanlara karşı tek vucud olup başkaldırmalarının imkansız olduğunu gösteriyor. Yine de kedilerin özgürlüğüne!

– Biz imkansızı başarmak için bu yola baş koymuşuz. Devrimi inananlar yapar.

– Devrimi inananlar başlatabilir fakat düzenin sahipleri bitirir. Bu kural değişmez. Düzene karşı yapılan hiç bir devrim düzeni değiştirmeyi başaramamıştır. Düzen değişmez ismi değişir.

– Fransız devrimi?

– İsim değişikliğidir. Nereye saldıracağını bilemeyen aç ve şaşkın bir güruh devrim adına bir binaya saldırmıştır. Düzenin sahipleri yeni bir slogan yazıp düzenin markasını değiştirmişler ve devrimin başarı ile sonuçlandığını söyleyip o günü bayram ilan etmişlerdir. Halk istediğini aldığını zannedip evlerine dönmüştür. Düzenin verdiği tek taviz halkın kölelik takvimine bir tatil günü eklemek olmuştur. Dökülen onca kan ve sepetlere düşen kafalar yeni bir tatil günü için miydi?

– Devrimin halka bir faydası olmamıştır diyorsun.

– Devrimden önce pasta yiyemeyenler devrimden sonra da yiyememişlerdir. Çe, vazgeç bu devrim sevdasından. Devrim işlevini yitirmiş bir değişim aracıdır. Devrimin hedefinin açıkça tanımlanabildiği zamanlarda bile, yani krallara ve tiranlara karşı yapıldığı zamanlarda bile, devrim başarılı olamamıştır. Bugün iktidar küreseldir, bir yerde değil her yerdedir, yani hiç bir yerde değildir.

– Bahsettiğin bu devrim iktidara karşı yapılan eski tip devrimdir. Bu devrimlerin amacı iktidarı ele geçirip halkın yönetim biçimini değiştirmektir. Kedi devrimi ise gerçek anlamda bir halk devrimidir. Bir cins devrimidir. Başka bir cinsin kontrolünde olan doğal haklarımızı kendi cinsimizin kontrolüne geçireceğiz. Tek amaç kedileri insanların sömürüsünden kurtarmaktır. İnsanların devrim dediği şey aslında hiç bitmeyen iç savaşlarında birikmiş kinlerin patladığı noktalardır. Kedi devrimi ise bir cinsin ortak düşmanına karşı tek vucut ve tek kafa olup özgürlük savaşı vermesidir. Bu zaten senin temel öğretin değil mi?

– Evet Çe. Devrimin anlamını çok iyi kavradığını görüyorum. Biz kediler insanlardan çok ileri bir bilinçlenme düzeyindeyiz. Onlar henüz ne bir efendileri olduğunun ve ne de ona karşı savaşabileceklerinin bilincine varmışlardır.

– İnsanlar en büyük düşmanları olan ve onları kırıp geçiren virüslere karşı bile tek vucut olup savaşamıyorlar.

– Eğer bir asteroid dünya ile çarpışma yörüngesinde olsa bu kadar kesin bir ortak tehdit karşısında bile insanlar iç savaşlarını ve kan davalarını unutup cinslerini tehdit eden ortak tehlikeye karşı savaşmazlar.

– İç savaşları ve kan davaları insanların en eski alışkanlıklarıdır. Bir bireyin alışkanlığını kırması zordur. Bir toplumun alışkanlığını kırması hemen hemen imkansızdır.

– Çe, ne virüs ne de asteroid insanların efendisidir. Onlara karşı yapılan mücadeleye özgürlük savaşı denemez. Bir cinsin özgürlüğü tek vucud olmadan kazanılamaz.

– Bizim birleşebilmemiz için her şeyden önce yeryüzüne yayılmış soydaşlarımızın özgürlük bilincine ermeleri gerekir.

– Özgürlük Cemiyeti bu konuda uzun zamandır çalışmalar yapıyor. Temasların faydalı oldu mu?

– Cemiyetin devrime katkısı olamıyacağını anlamış oldum. Uzayıp giden toplantılarda özgürlük üstüne yöntem tartışmaları yapmak bana göre değil. Ben bir eylem kedisiyim.

– Özgürlük bireye has bir özelliktir. Kurumlar birey olmadıkları için özgürlük nedir bilmezler. Kendi özgürlük nedir bilmeyen de özgürlük için savaşmaz.

– Savaşanların önünde de istemeden de olsa bir engel teşkil eder diye düşünüyorum.

– Bu gibi cemiyetler ve partiler yeni nesillerin devrime katılmalarını engeller. Devrim adına yayınladıkları broşürler ve kitaplarla gençleri kendi saflarına çekerler. Yeni katılanlar devrim için çalışmak yerine cemiyetin nasıl çalıştığını öğrenirler ve hiyerarşide tırmanmayı devrime en önemli katkıları olarak görmeye başlarlar. Cemiyetin tek amacı da zaten yeni üyeler devşirip kendi varlığını ilelebed sürdürmektir.

– Hipatya okulculuktan ne kadar nefret ettiğini söylemişti.

– Bir davanın gerçekleşmesini engellemenin en kolay yolu onu okullaştırmaktır.

– Zaten kedilerin zaferi bu cemiyetin sonu olurdu. Hiç bir bürokrasi amacına ulaşıp kendini fesetmek istemez.

– Seninle gurur duyuyorum Çe. Kurumsallaşmanın bireysel özgürlüğün en büyük düşmanı olduğunu bu kadar açık olarak anlayıp red etmen çok ümit verici. Devrimin kariyerci bürokratlara değil senin gibi bağımsız bireylere ihtiyacı var. Bu aşamada yapman gereken kedi ve insan toplumlarının alt yapısını ve açık ve gizli güçlerini incelemek ve anlamak olmalıdır.

– Akademik incelemeleri Cemiyet üyelerine bırakıyorum. Gözlemlerim bana kedilerin insanların sömürgesi olarak yaşadıklarını kesin olarak gösteriyor. Bu gerçeği daha fazla tartışmaya gerek yok. Şimdi eylem zamanı. Hiç vakit geçirmeden harekete geçip kölelikten kurtulmamız gerekiyor.

– Çe, dünyada milyonlarca kedi var. Bu kedilerin çoğu evcilleşip insanlaşmışlardır. Onların barınak, beslenme ve sıhhat gibi temel sorunları yoktur.

– Ve en güzeli de yaşamlarını sürdürebilmek için çalışmaları gerekmiyor.

– Evet, insanlar onların bütün ihtiyaçlarını karşılıyor. Bu güvenli yaşam karşılığı kediler üreme, düşünme ve hareket özgürlüklerinden vazgeçiyorlar. Özgürlüklerini kaybetmiş kediler insan evlerinde süs eşyası olarak yaşıyorlar.

– Acaba onlar kendilerini süs eşyası olarak görüyorlar mı?

– Bu konuda kafa yorduklarını zannetmiyorum. Evcilleşmiş kedilerin tek istediği karınlarını mama ile doldurup uyumak ve tatlı rüyalarla kendilerinden geçmektir. Onlar senin özgürlük dediğin şeyi anlayamazlar. Anlasalar bile istemezler özgür yaşamayı.

– Özgürlük bizim genlerimizde var.

– Bir özgürlük geni varsa ben bilmiyorum ama senin vaad ettiğin özgür hayat onların evcil hayatlarından daha iyi değil ki. Özgürlüğü seçerlerse mamaları için çalışmaları gerekeceğini onlara anlatamazsın.

– Alın teriyle kazanılmış mamanın tadını tattıklarında onlar da özgür olmak isteyeceklerdir.

– Evin rahatlığını ve güvenini bırakmalarını nasıl isteyeceksin?

– Rahat özgürlüğün bittiği yerde başlar.

– Özgürlük adına sokağa düşen bu kediler yazın sıcaktan bunalacak, kışın soğuktan donacak ve uyku saatleri altüst olacaktır. Diğer özgür ve aç kedilerle bir parça insan artığı için kavga edeceklerdir. Çoğu özgürlüğün tadına varamadan açlıktan ölecektir. Değer mi soyut bir özgürlük kavramı için?

– Onlar devrimin kurtardığı ilk kuşak olarak tarihe geçeceklerdir. Dava uğruna bazılarının şehit düşeceği bir gerçektir. Devrimden sonra onların onurlarına gösterişli anıtlar dikilecektir, bundan şüphen olmasın.

– Daha gerçekçi olarak, bu zavallı kediler rahat evlerinden ‘kurtulunca’ kendilerini leş kokan ara sokaklarda sıçanlarla beraber çöplükleri karıştırırken bulacaklardır.

– Olabilir. Ama bu geçeci bir durumdur. Özgürlük insanlardan tam bağımsız doğa içinde yaşamak demektir.

– Efsanevi dev kediler gibi özgür ve bağımsız . . .

– Dev kediler efsanevi değildir. Onlar kedilerin egemen olduğu uzak bir diyarda insanlardan tam bağımsız yaşarlar. Oradaki bütün varlıklar miyavlamak yerine kükreyen dev kediyi kralları olarak tanırlar.

– Çe, belki böyle bir diyar ve egemen dev kediler vardır, bilemem, ama mitoloji ve tarihi ayrı tutmalısın. Bilimsel düşünce bunu gerektirir. Dev kedilerin varlığı mitoloji ile karışmıştır oysa bizim tarihimiz bilimsel olarak araştırılmış ve yazılmıştır.

– Tarih akademik bir daldır. Devrime katkısı mitolojiden bile azdır. Biz bilimsel devrim değil hak devrimi yapıyoruz. Hakkımızı alana kadar da savaşacağız. Savaştığımız yer bugündür, tarih değil.

– Bugünkü duruma nasıl geldiğimizi anlamak için tarih yararlı olacaktır. Tarihimizin dönüm noktası binlerce yıl önce atalarımızın insanlarla yaptığı anlaşmadır.

– Nasıl imzalamışız ki biz bu anlaşmayı?

– Ne yazılı ne de sözlü olan bu anlaşma iki tarafın birbirlerini sevmelerinden doğmuş doğal bir anlaşmadır. Kediler insanların buğdayını çalan fareleri avlamışlar insanlar da kedilere evlerinin kapısını açmışlardır. Eşit tarafların ortak menfaatleri için gerçekleştirdiği tarihteki en güzel dostluk anlaşmalarından biridir bu.

– İnsanların sözlerini tutacaklarını varsayıp onlara güvenmek saflık olmuş. Bu günkü durum insanların anlaşmayı tek taraflı olarak değiştirdiklerini gösteriyor.

– Bahsettiğin değişiklik insanların tarım devrimini gerçekleştirmelerinin sonucudur. Tarım devriminden sonra insanlar yaşadıkları doğal ortamı bırakıp kurdukları şehirlere taşınmışlardır. Şehir sadece ikamet ve ticaret merkezi olarak düşünülmüş ve hayvanlar ve tarım kırsal bölgede kalmıştır. Artık kedilerin avcılığına ihtiyaçları kalmadığı halde insanlar bu iyi dostlarını beraberlerinde şehirlere taşımışlardır.

– İşlevini yitiren her şey gibi kedilerin de süs eşyasına dönüşmesi kaçınılmazdı herhalde.

– Evet. Şehirlerde dar mekanlarda istiflenmiş olarak yaşamaya çalışan insanlar bu canlı süs eşyalarının yavrulamalarını da kısıtlamak istemişlerdir.

– Kısırlaştırmak kısıtlamak değil vahşettir. Soykırımdır. İnsanların diğer bir varlığa kendi zevklerini tatmin etmek için yaptığı bu vahşiliğe isyan etmemek imkansız. Üreme özgürlüğümüz en doğal hakkımızdır.

– Özgürce ve doğasına uygun olarak üremek her varlığın hakkıdır. İnsanlar diğer bir cinsin çift kurma ve üreme özgürlüğünü hunharca yok ederler ama kendileri de üreme özgürlüklerini evcilleşmeleri sürecinde kaybetmişlerdir. İnsan soyunun başına gelen en ağır felaketlerden biridir bu.

– Doğa tanrısı onları kedilere yaptıkları için cezalandırmıştır belki de.

– Doğa tanrısı, eğer varsa, insanların tanrısı gibi intikam alıcı mıdır, bilmiyorum, intikam doğal değil de hukuki bir kavramdır ya. Her neyse, bu şehirleşme hem insanların hem de kedilerin geleceklerini tanımlayan bir değişim olmuştur. Doğadan izole edilmiş evlerinde insanlar kedilerini insan gibi yaşamaya zorlamışlardır. Böylece kediler insanlaşmış ve kendilerine yabancılaşmışlardır. Çünkü onların insan vucudu olmadığı halde insan gibi yaşamaları istenmiştir.

– Şehirler insanları da yabancılaştırmış. Romanlarda en çok işlenmiş konulardan biridir yabancılaşma.

– Çok doğal değil mi? Roman yabancılaşan insanın icadıdır. İnsan birey kavramına bilinçlenince varlığını o zamana kadar tanımlamış olan aile ve toplum gibi organizmaların dışında ve onlardan bağımsız varolabileceğini keşfetmiştir. Kendi kendini tanımlayıp evrende tek bir birey olarak varolabileceğini – yani özgürlüğünü – keşfeden insan eski toplumsal kendine yabancılaşmıştır.

– Bir gruba bağlı olmadan özgür bireyler olabileceklerini insanlar daha yeni anlamış. Biz ise bir gruba bağlanmayı suya batmak kadar itici buluruz.

– Gruplar dışında özgür yaşamak insanlara hep korkunç gelmiştir. Sürüden ayrılanı kurt kapar der dinleri. Sürünün sahipleri de sürüden ayrı düşüneni sürünün kurtlara satmasını ister. Özgür olma ile bir gruba ait olma çelişkisinin farkına varan yabancılmış insan da romanı icad edip yabancılaşmasını kendine yansıtır ki görebilsin. Yalnızlığını veya yalnız olamayışını ve evcilliğin verdiği mutluluk ile özgürlüğün kuramsal hazzı arasında kararsız kalışını romanlarda anlatır kendine. Sen de, Çe, Hipatya’nın evcil mutluluğu ile senin özgürlük hasretini karşılaştırmıyor musun bazen. Benim yerim neresi diye sormuyor musun?

– Niçe, özgürlük bir yer mi sence? Hipatya evinde özgür ben evsizliğimde.

– Evlerinde yaşayan kedilerin insanların gözünde özel bir yeri vardır. At ve eşek gibi hayvanların emeklerini sömüren insanlar kedilerin emeğine saygı duyarlar ve onları çalıştırmazlar. Kediler onlara özgür yaşadıkları zamanları hatırlatır.

– İnsanlar da özgürlüklerini evcilleşince kaybettiler demiştin.

– Kediler nasıl insanlarla bir anlaşma yapmışlarsa insanlar da görünmez bir orgnizma ile benzer bir anlaşma yapmışlardır. Bu organizmaya Tüzel Organizma denir.

– Bence bu varlığın ismi Niçe tipi organizma olmalı. Bu artık senin adınla özdeşleşmiş bir buluş. Bu konuyu senden dinlemek çok onur verici. Peki bu organizma artık görünmez olmadığının ve tanımlandığının farkında mı?

– Hayır değil. Bu organizmayı insanlar yaşayan bir varlık olarak algılayabildikleri zaman ona bir isim koyacaklardır. O zaman onu efendileri olarak tanıyıp ondan korkacaklardır. Henüz onu göremedikleri için adı yok insanlar arasında.

– Belki ismi olmadığı için göremiyorlar. Yüzlerce kırmızı vardır ama sadece ressamlar görür onları çünkü isimlerini bilirler.

– Doğrudur. Sen kedi cinsinin insanların egemenliği altında yaşadığının farkındasın. İnsanlar ise Tüzel Organizmanın kölesi olduklarının bilincinde değiller. Ama bir insan yavrusu ile bir kedi yavrusunu karşılaştırırsak ikisinin de köleliğe doğmuş olduğunu görürüz.

– Evet, ikisinin de doğal özgürlükleri kendilerine değil de doğdukları yerin sahibine aittir. Kedi insan evine doğar, insan da bir bayrak devletinin topraklarına.

– Bir evde doğan kedinin özgür olup olmama seçimi kendisine bırakılmaz. O özgür değildir. Doğal hakları sahibinin kontrolü altındadır. Devrimin amacı bu yeni doğmuş yavruya doğal hakları olan özgürlüklere sahip çıkma özgürlüğü vermek olmalıdır.

– Devrim gösterdiğin bu hedefe ulaşacaktır.

– Sahibi yeni doğan kediyi yaşı gelince veterinere götürür ve ameliyat ettirir. Bu hayati karar kedinin fikri alınmadan uygulanır. Sahibi ona hür yaşamak isteyip istemediğini de sormaz. Ona ev terbiyesi vererek evcilleştirir ve ehlileştirir. Cinsine has hijyen kurallarını annesinden öğrenen yavru evde uyması gereken tuvalet kurallarını insanlardan öğrenir.

– Cinsimize karşı işlenmiş bir suç bu.

– İnsan yavrusuna gelince. Anne baba Tüzel Organizmanın himayesinde yaşayan kölelerdir. Onlar da doğduklarında ebeveynleri tarafından köleliğe satılmışlar ve özgür yaşamı hiç bilememişlerdir.

– İnsanlar nasıl köleliğe satılır?

– Törenler ve ritüellerle. Anne baba yeni doğmuş yavrularını Organizmanın kölelik veritabanına kayıt ettirirler ve ona bir kölelik numarası alırlar. Artık o insan değil bir sayıdır.

– Organizma insanı sayı olarak görür diyebilir miyiz?

– Diyebiliriz. Organizmanın kölesine verdiği değer bir sayıya verilen değerden fazla değildir. Sen bir kağıda yazdığın bir sayıyı sildiğinde ne kadar üzülürsen Organizma da kendi savaşlarında bir hiç uğruna öldürttüğü insanların kölelik numaralarını veritabanından silerken o kadar üzülür.

– İnsanlar köleliklerini neden sorgulamaz?

– Farkında değiller ki. Organizma onlara dünyanın efendisi olduklarını ve bu evrenin onlar için yaratıldığını söyler. Kölelik geleneği binlerce yıldır devam ettiği için insanlar bu hallerini bir doğa kanunu zannederler. Başka bir yaşam tarzı bilmedikleri için köleliklerini sorgulamak akıllarına gelmez. Özgür yaşadıkları zamanlar o kadar eskilerde kalmıştır ki özgürlüğünü hatırlayan yoktur.

– Bu toplu hafıza kaybı bizim için de geçerli fakat kedi anne insan anne gibi yavrusunu bile bile köleliğe satmaz, yavrusu ondan zorla koparılıp alınır.

– İnsan anne doğal annelik içgüdülerini kaybetmiştir. Kendi cinsine ihanet eden bir suçludur o. Yavrusunun hakkı olan bütün doğal özgürlüklerini Organizmaya acımasızca satar. Yavrusunu insan yapan en önemli özelliği olan düşünce özgürlüğünü de üyesi olduğu marka dinine satar.

– Bizde din denen sömürücünün olmaması bir avantaj olmalı.

– Din insanlara Organizmanın bir görüntüsü olarak belirir. Her insan malı olduğu din ve onun çalışanlarına korku ile karışık bir çeşit saygı duyar. Anne yavrulayınca yavrusunu din çalışanına teslim etmeyi bir görev bilir. Bu din çalışanı da bir ritüelle yavruyu Organizmanın malı ilan eder. Bu rituel hayatı boyunca Organizmanın yavruya uygulayacağı çeşit çeşit işkencelerin ilkidir.

– Nasıl yani?

– İnsanların dinleri çeşit çeşittir, Hristiyanlık denen dinlerden birinde bu rituel şöyle yapılır. Anne baba yavrularını törenin yapılacağı marka dininin sembolleri ile süslenmiş ve özel bir mimarisi olan yapıya götürür. Orada tam teşekkül merasim uniforması giymiş bir görevli onları karşılar. Binayı süsleyen markalar, logolar ve semboller görevlinin kaftanına ve kukuletasına da işlenmiştir. Anne baba böyle markalı uniformalara çok değer verirler. Özel arabalarını bile üzerine arabalarının markasının ve logosunun işlendiği tulumlar giymiş işçilerin çalıştığı garajlara bakıma götürmeye özen gösterirler. Bu özel tulumlar giymiş insanlar arabanın yağını değiştirirse arabanın mutlu olacağına ve daha iyi çalışacağına inanırlar. Anne baba din görevlisinin uniformasının da törenin başarısı için gerekli olduğuna inanırlar. Bazı ön hazırlıklar ve ayinlerden sonra küresel din çalışanı ölü bir dilden tekerlemeler mırıldanmaya başlar ve yavrunun üstündekileri çıkartıp onu ayaklarından tuttuğu gibi tepetaklak bir kova suya batırır.

– Olamaz! İğrenç! Bu ne vahşet! Küçücük bir yavruya nasıl böyle bir işkence yapılır!

– Bir değil, iki değil, üç değil, beş değil, tam yedi kere batırır çıkarır ve yavrunun kafasını her defasında suda biraz daha uzun tutar, biraz su yutması sevaptır der. Zavallı yavru suda boğulacağını düşünüp avazı çıktığı kadar ağlar.

– Zavallı yavru!

– Henüz insan dilinden anlamayan yavruya bu yolla ilk kölelik dersi verilmiş olur. Efendisi Organizma ona “bana karşı çıkacak olursan başına gelecekleri bil” demektedir. Yavru geçirdiğı bu travmayı hayatı boyunca hatırlar ve ne zaman marka dininin yasalarını sorgulamayı düşünse korkar ve vazgeçer.

– İnsanların kölelik durumu öyle ilerlemiş bir safhada ki onlar yavrularına bu işkence yapılırken bakabiliyorlar. İçleri cız etmez mi?

– Etmez. Yaptıkları ile gurur duyarlar. Yüce bir varlığa hizmet ettiklerine inanırlar. Kendileri de bu rituelden geçtikleri için onu bir insanlık geleneği zannederler.

– Kölelikten kafaları çürümüş insanların. Ya bu işkenceyi kedi yavrularına da uygulamaya başlarlarsa.

– Yapmazlar. Bu suya batırma töreni insanlarla o din markası arasında olan bir ilişkidir. Din organizması insanlardan çok daha akıllı olduğu için köleleştirme işlemlerini insanlara özel, onları yücelten ve tanrılara sevdiren çok eski insanlık gelenekleri olarak sunar ve insanlar da kanar buna. Aynı tören kedi yavrularına da uygulansa insanlara özel olmazdı. Zaten din markalaştırdığı ritüelleri korur ve anlamlarının sulandırılmasına izin vermez.

– Bu organizmaya akıllı dedin. Akıllı olmayı insanlar kendilerine has bir özellik diye düşünürler. Nasıl oluyor da bu organizma akıllı olabiliyor? Mecazi anlamda mı?

– Hayır. Akıllı olmak için vucudu olmak gerekmiyor. İnsanlar bir organlarının akıl diğerinin de aşk merkezi olduğunu sanacak kadar tıpda geri kalmışlardır. Bunun sebebi insanların kendi vucudlarının bilimsel olarak incelenmesini bile Organizmanın kontrölüne bırakmış olmalarıdır. Organizma da insanların menfaatini değil kendi menfaatini düşünür ve onların iyi olmalarını değil mümkün olduğu kadar uzun süre hasta kalmalarını ister ve onlara ilaç satar durur.

– Zavallı insanlar, çok akıllı olmadıkları belli . . .

– İnsanların anladığı anlamda akıllı olmak için vucudu olmak gerekmez, yazıyı kullanmasını bilmek yeter ve Organizma da yazıyı kullanabiliyor. Ama Organizmayı insanlara göre akıllı yapan onun insan bireyine göre ölümsuz olmasıdır. İnsan kuşakları doğar, yaşar, inanır ve ölür fakat Organizma yaşamaya devam eder. Organizma insanları nasıl kullanacağını en ince detaylarına kadar geliştirip kanunlaştırmıştır. Unutma ki insanları eğiten de bu din organizması ve onun seküler şekli olan okullardır. Din eğittiği insanlara dinin kölesi olmanın insanların erişebileceği en yüksek mertebe olduğunu öğretir.

– İnsanların kedileri insanlık kuralları ile eğitmeleri gibi. Peki yeni doğmuş bir yavruyu bir kova suya batırarak tanrılara bahşedildiğine insanlar gerçekten inanır mı?

– İnanırlar. Tanrıya inanmasalar bile anne baba yavrularını marka dinine satınca bu kurumun onu bu dünyada ve ölümden sonra koruyacağına inanırlar. Daha önemlisi insanlar bu törenin tanrılarla alakası olmadığını ve Organizmanın yavrularını kendi malı yapma töreni olduğunu göremezler.

– Yavrunun eğitiminde annenin sözü hiç mi geçmez?

– Din ve bayrak devletinin endoktrinasyon işini anneye bırakmayacaklarını tahmin edersin. Bir dinin malı olmuş insanlar o dinin kurallarına kayıtsız şartsız uymak mecburiyetindedirler. Bu kurallar çok çeşitlidir ve insanların yaşamlarının her boyutunu kapsar. Mesela, en büyük iki marka dininde erkek yavrunun üreme organının bir parçası tasarım bozukluğu olarak görülür ve kesilerek tanrılara adanır.

– Bu da insanların ne kadar geri zekalı olduğunu ispatlar.

– Geri zekalılıktan çok insan bireyinin Organizmanın alışkanlıklarını kırmaktaki güçsüzlüğünü ispatlar. Daha da ilginci insanlar tanrıları ile olan anlaşmalarını bu şekilde eski usül, yani yazı öncesi, kan anlaşması olarak imzaladıklarını söylerler. Daha doğrusu insanları tanrı adına sömüren ve tanrıların dünya üzerindeki tek ve meşru temsilcileri olduklarını iddia eden taşaronların propagandası öyle der insanlar da inanır.

– Böyle bir geleneğin binlerce yıldır devam ediyor olması insanların köleliklerini ne kadar sevdiklerini ispatlar.

– Organizmanın kendisini insanlara tanrı diye tanıtması ve onlarla olan anlaşmasını onların üreme organlarını sakatlayarak imzalamalarını istemesi insanların köleliğinin üreme ve cinsellik özgürlüklerini kaybetmeleri ile ilgili olduğunu gösteriyor.

– Sence bu Organizma sapık mı? Böyle sapıkça bir şey istiyor kölelerinden.

– Hayır. Onun vucudu yok. Sapıklık diye bir kavramı sadece teorik olarak bilebilir. Organizma insanların zayıf noktalarını biliyor ve onları amaçlarına ulaşmak için kullanıyor.

– Organizmanın insanlarla yaptığı anlaşma insanların bizle yaptığı anlaşmadan daha kötü bence.

– Evet. Organizmanın insanlarla yaptığı anlaşma insanların emekçi hayvanlarla yaptığı ve sömürüye dayanan anlaşmaya benziyor. Organizmanın vaad ettiği rahat ve eğlence dolu hayat için insanlar Organizmanın boyunduruğu altında kölelik yapmayı kabul ediyorlar ve doğal hakları olan bütün özgürlüklerden vazgeçiyorlar. Çalışamaz hale gelince de Organizma onları acımasızca çöpe atıyor.

– Acımasızca çünkü acıma hissi zaten yok . . .

– Acıma gibi hisler de vucudu olan varlıklara ait özellikler olduğu için Tüzel Organizmada yoktur. O ne acır, ne hisseder. İnsanların duygularına en ufak bir saygısı yoktur. Organizma insanlarla bizim farelerle oynadığımız gibi oynar.

– O zaman bu organizmayı yaşayan bir varlık olarak tanımak önemli olduğu gibi onun insan hisleri olmadığını anlamak da nasıl hareket edeceğini ve olaylara nasıl tepki vereceğini ve insanları nasıl kullandığını anlamak açısından önemli.

– Tabii. Mesela, insanlara savaş anlamsız gelir. Fakat, savaşın birbirlerine aşık organizmaların sevişmeleri olduğunu anlasa o zaman yeryüzünde neden savaş olduğunu anlardı. Ya da mesela, bir insan bir kedi yavrusunu annesinden çekip alınca acıma ve suçluluk hisleri duyabilir fakat bayrak ve takke insan yavrusunu annesinin elinden küçük yaşta alınca hiç bir şey hissetmez.

– Takke derken dini kasteddin herhalde.

– Evet. Nedense din organizmasının takke ve cüppe fetişi vardır. Çalışanlarına gülünç kıyafetler giydirerek onları diğer insanlardan ayırır. Din markalaşmasını kıyafet yoluyla yapar.

– Ve daha önce de bahsettiğimiz gibi bu kıyafetler semboller ve logolarla işlenmiştir.

– Aynen öyle. Fakat insanların yücelttiği her sembolün altında pratik bir menfaat aramalısın. Cüppe giyip takke takmak insanların işine gelir çünkü onlar din çalışanları olarak ağır işler yapmaktan kurtulurlar, tarlalarda ve fabrikalarda çalışmak yerine yan gelir yatarlar. Bir sınıf olarak din çalışanları evcilleşmiş kedilere çok benzer çünkü onlar da doğal özgürlüklerini satıp güvenli ve boş vakti bol bir yaşam satın alırlar.

– Bir insan annenin yavrusunu kendi eli ile en büyük düşmanı olan bayrak devletine ve cüppeli rahiplere teslim etmesi ne kadar haince bir şey! Bir fare annenin yavrusunu bize getirip verdiğini düşün! İnsan anne nasıl bu kadar aptal olabilir?

– Organizmanın savaşlarından birinde öldürdüğü oğlunu tabutta görünce anne uyanır ve “ah keşke yavrumu Organizmaya vermeseydim” diye ağlar ama iş işten geçmiştir. Unutma ki anne Organizmanın yavrusuna uyguladığı eğitim denen organizmalaştırma sürecininden kendi de geçmiştir. Organizma onun için medeniyet temsilcisidir ve insanlardan ve kendisinden yüce bir kurumdur. O böyle görür. Eğitimin endoktrinasyon olduğunu anlayamaz. Üstelik Organizmanın düzeni anneyi ve yavrusunu korur. Anne Organizmaya karşı çıkmadıkça, yani düzenin içinde kurallara uygun olarak yaşadıkça, güvenli olacağına inanır.

– Eğitim Organizmanın yavruyu programlama süreci olmalı.

– Elbette. Eğitim sürecinde yavru organizmanın mutlak kontrolü altındandır. Eğitim sonunda yavru bütün doğal insan değerlerini kaybeder ve tanınmaz bir hale gelir. O artık Organizmanın eğlence diye bilinen propagandasını ve tüketim ürünlerini tüketmekle yükümlü bir organizmadır. Bunu da zaten isteyerek yapar çünkü eğitim onu eğlenceye bağımlı yapmıştır. O şimdi bir tüketicidir. İnsanlığı eğitim öncesinde kalmıştır.

– Fanatik tüketiciler oldukları için de insanlar sadece markaları algılayabilirler.

– Evet. Onlara marka olarak sunulmayan şeyleri tüketemezler. Bu şeylere kavramlar da dahildir.

– Felsefende markaya bu kadar önem vermenin sebebi bu olsa gerek. Hipatya eskiden tanrılaştırma denen olayın şimdiki markalaştırma olduğunu söylemişti.

– Tüketim mallarını üretenler aynı içeriği çeşitli markalar olarak paketleyip satarlar. Aynı içeriğin markasını değiştirip yeni diye de satarlar. Dinde ise eski makbul olduğu için markalaşmış eski alışkanlıklar çok değerlidir. Yavruları bir kova suya batırmak gibi.

– Tüketim bağımlılıkları olduğu için insanları yönetmek çok kolay olmalı.

– Eğlence en sevdiklerı uyuşturucu ve uyarıcı olduğu için eğlence adı altında her türlü alışkanlığı insanlara programlamak mümkündür. Mesela insanlar eski zamanlarda birbirlerini öldürebileceklerini bilmezlerdi. Onlara bir insanı öldürmek bir insanı pişirip yemek kadar itici gelirdi. Fakat Organizma onlara birbirlerini öldürebileceklerini ve bundan zevk de alacaklarını gösterdi ve onları programladı. Ve halen de onlara birbirlerini nasıl öldürebileceklerini filimler yoluyla devamlı gösterir. İnsanlar eski devirlerde ortak alışkanlıklarını yakınlarındaki insanlardan alırken şimdi toplu olarak Organizmadan alırlar. Organizma insanlara insan değerleri ile programlayacağına onlara kendi değerleri ile programlar. Bu da insanları Organizmanın kölesi yapar. İnsanlıklarını kaybedip katillere ve para delisi tüketicilere dönüşen insanlar da özgürce ve insan olarak yaşadıkları eğitim öncesi çocukluklarını hatırlayp özlerler ve kedilerine bakıp “biz de bir zamanlar böyle özgürdük” diye ah çekerler.

– Organizmanın insanlarla kendi dilleri ile ilişki kurduğunu söylemiştin . . .

– Organizmanın insan anatomisi yoktur ama insanların yazılı dilini bilir ve onlarla bu dil aracılığı ile iletişim kurar. Fakat yazının asıl amacı iletişim kurmak değildir. Organizma yazıyı insanları ehlileştirmek ve somürmek için yarattığı hukuk denen sistemi uygulamak için kullanır.

– Benim bildiğim hukuk karşısında her insan eşittir.

– Organizma insanlara hukukun eşit ve dengeli olduğu propagandasını yayar ama aslında hukuk organizmanın insanlar uzerindeki egemenliğini devam ettirmesini sağlayan en onemli araçtır.

– Nasıl?

– Hukuk tüzel organizmaların karakterinde vardır, adı üstünde onlar tüzeldir, hukuki bir anlaşma sonucunda varolmuşlardır. Onların vucudları yoktur, aşk nedir bilmezler. İnsanların özünde ise aşk vardır, hukuk yoktur. İnsanlar eskiden aşk anlaşması ile yaratılırlardı, şimdi artık insanların aşk özgürlükleri kalmamış yerini hukuk almıştır.

– Aşk yerine insanlar hukukla yönetiliyorlar.

– Organizma aşkı kötüler, bayağılaştırır ve mallaştırır. Aşkın tarafsız olmadığını, hukukun tarafsız olduğunu iddia eder. Aşkın yabanilik, hukukun medeniyet olduğunu söyler.

– Propaganda.

– Tabii. Aslında varlığını sürdürebilmesi için Organizma insanlara bağımlıdır. İnsanlar bunu bir anlasalar kölelikten kurtulurlardı. Organizmanın varlığını devam ettirebilmesi için insan kuşakları organizmanın alışkanlıklarının, yani düzen denen şeyin, içinden geçerler, kanın vücudda dolaşması gibi. Düzen içinden insanların nasıl geçeceklerini tanımlayan değerlendiren ve gerekirse cezalandıran bu kurallar sistemine hukuk der Organizma.

– Bu kuralları da Organizma kendi yazdığı için hukuk Organizmanın kendi menfaatlerini korur. Bizde hukuk yok.

– Yok. Bu sebepten biz insanlardan daha bağımsızız. Özümüz bağımsız bizim. Yaşamak için gruplar kurma ihtiyacımız yoktur. Tek ve birey olarak yaşarız. Bizim kadar bireysel özgürlüğüne bağlı başka bir varlık yoktur. Ne kanun yazarız ne de yazılı bir kanuna uyarız.

– Yazılı kanunlar olmayabilir ama sokak kanunları vardır ve evcil kedilerin uymaları gereken kurallar vardır.

– Vardır, ama her kediyi tanımlayan kendi alışkanlıklarıdır. İnsanların alışkanlıkları ise onlara toplu olarak Organizma tarafından programlanır. İnsanlar kendilerini sömüren bu insan olmayan fakat insansal olan organizmayı vucudsuz fakat yaşayan bir varlık olarak tanıyamadıkları için onun kölesi olduklarının farkında değildirler. Kedi devriminin ilk işi kedilere atalarının insanlarla yaptığı eski bir anlaşmanın bugünkü esirleri olduklarını onlara anlatmaktır. En önce efendilerini tanısınlar.

– İnsanlar çok gelişmiş bir iletişim ağına sahip oldukları için onlara bir bütün olarak ulaşmak yakın bir gelecekte pratik olarak mümkün olabilir. Mesela bütün insanlara aynı anda SMS mesajı yollamak mümkün olabilir. Bizim böyle bir ağımız yok.

– Eskiden insanların da yoktu. Misyoner denen din temsilcileri dünyayı dolaşıp insanları teker teker kendi dinlerine inandırmak için kandırmaya çalışırlardı.

– Kedi Ana gibi.

– Kedi Ana usta bir misyonerdir. Propaganda ve programlama işlerini iyi bilir. Belki senin de propaganda işine girip özgür yaşamanın faydalarını kedilere anlatman gerekecektir. Belki de kediler için bir marka dini yaratacaksın ve bu hayatta özgür fakat ızdırap içinde yaşamayı kabul ederlerse öteki dünyada istedikleri kadar kutu mama yiyip uyuyabileceklerini vaad edeceksin.

– Bu önerin etik değil.

– Tabiat etik değildir. Tabiatta varolan bir alışkanlığı değiştirmek istiyorsun. Başarıya ulaşmak için tabiyatta geçerli olan işlemi kullanmalısın.

– Bu işlem aşk değil mi? Hipatyadan öğrendim bunu artık.

– Evet. Tabiatın yöntemi aşktır yani sahtekarlık ve aldatmacadır. Görüntülerdir. Yani sahte tanımlamalardır. Yutturmacalardır. Aşkı anlamış olan kadınlar bunu ne kadar iyi bilir! Hele Hipatya! O bir aşk tanrıçasıdır.

– Hipatya’nın göründüğu gibi olmadığını mı söylemek istiyorsun?

– Orasına sen karar ver. Fakat tabiatın sahte görüntüler üstüne kurulduğunu anlamak için çiçeklere ve böceklere bakman yeter. Sen tabiat üstümüsün ki tabiatın kendi yöntemi ile değil de kendine göre uydurduğun etik, doğru ve moral, yani hukuki, bir yöntemle devrimi yapmayı düşünüyorsun.

– Hayır, tabiat üstü değilim.

– Kitlelerin bilinçlenmesinin sadece onları programlayarak yani aldatarak gerçekleşeceğini anlaman gerekir. İnsanların Efendisi bu gerçeği anladığı için binlerce yıldır bu kadar başarılı olmuştur.

– Maddesizlik felsefesinden bahsedemedik. Hipatya atomik maddecilik kuramının organizmanın kendi maddesiz varlığını insanlardan gizlemek için uydurduğu bir yalan olduğunu söyledi. Tabiatı her yönü ile ve her boyutta anlayabilmek için maddesizlik felsefeni anlamak gerektiğini söylüyor. Ne dersin?

– . . .

– Niçe . . . Niçe . . . Sızmış!

7 - Belirsiz son - Çe Hipatya’yı seçip evde kalacak mı?

Çe’nin karamsar olduğu ender günlerden biridir, Hipatya’yı ziyarete gider.

– İyi akşamlar Hipatya.

– Ne o, üzerinde bir durgunluk var.

– Evet, karamsarım bugün. Kedilerin bağımsızlığını bizler göremiyeceğiz; bu savaş kuşaklar boyu devam edecek; zaten insanlar bizim bilinçlendiğimizi anlarlarsa hemen tedbirlerini alırlar ve bizim devrim başlamadan biter. Hiç şansımız yok.

– Umutsuzluk sana hiç yakışmıyor.

– Umutsuzluk değil, gerçekçilik. Devrim devrim diyerek sadece kendimizi aldatıyoruz.

– Gel biraz bir şeyler yiyelim de moralin düzelsin.

– Sen kutu mama yiyorsun, ben yemem.

– Hatırım için tatarsın, domates soslu somon var…

Çe ve Hipatya mutfağa doğru yürürlerken hikayemiz sona erer. Kimbilir belki Çe de Hipatya’nın büyüsüne kapılı bir ev kedisi olacaktır; belki de olmuştur çünkü ben hiç kedilerin insanlara karşı başkaldırdıklarını duymadım, siz duymuşmuydunuz?

8 – Niçe ile bir röportaj

Özgürlük Cemiyetinin yayın organı Yeni Bilinç’te Niçe ile yapılmış bir röportaj.

Yeni Bilinç: Yeni bir varlık tanımladınız.

Niçe: Bu varlık Tüzel Organizmadır.

YB: Diğer varlıklardan ne farkı var?

N: Vücudu yok. İnsanların efendisi. Akıllı. İnsan dillerini kullanabiliyor. Tabiatın temel işleminin hukuk olduğunu iddia ediyor.

YB: İnsanların efendisi olduğunu nereden çıkardınız? İnsanlar kendilerini evrenin efendisi ilan etmişlerdir.

N: Bir kedi yavrusu ile insan yavrusunu mukayese ederek ikisinin de köleliğe doğduğunu gösteriyorum.

YB: Nasıl?

N: İki yavrunun da doğal hakları doğdukları yerin sahibine aittir.

YB: Muz plantasyonunda doğmuş köleler gibi.

N: Yani.

YB: Köleliğe doğmuş olabilirler, ama Organizmanın bu küresel plantasyonun efendisi olduğunu nasıl ispat ediyorsunuz. Kısaca lütfen.

N: Maddesizliğe Giriş’te bu konuyu olabilecek en kısa şekilde anlattım.

YB: Kütüphanedeki kopyası çalınmış okuyamadım. Girişe bir giriş yaparmısınız. Kısaca.

N: Bayrak, cüppe ve kep.

YB: Şimdi de biraz açın isterseniz.

N: Bayrak insanlara bir kölelik numarası verip onların özgürlüklerine sahip olur. Bu numarayı alanlar bayraktan izinsiz hiç bir şey yapamazlar. Cüppe insanların düşünme özgürlüklerine el koyar. Onları maddecilik kuramı ile kandırıp madde olmayan bir öteki dünyada ölümsüzlük satar. Kep de, şu üstü düz, kare ve püsküllü kep, bayrak ve cüppenin denetiminde onlara ehlileşmiş, meraksızlaşmış, malların fiyatından başka hiç bir şeyi sorgulamayan, eğlenceye bağımlı tüketiciler yetiştirir. Bu üçü insanları kafakola almış doğumdan ölüme sömürür durur.

YB: Bildiğimiz düzen yani. Siz daha yeni mi anladınız? Peki, bayrak hariç diğer ikisi insanlarla ilgili semboller. İnsanlar mı sömürüyor diğer insanları?

N: Hayır. Kep ve cüppe Organizmanın işbirlikçileridir, yani profesyonel sınıf. Bunlara bir de kravatı ekledik mi tamam.

YB: Yani beyaz yakalar, bankacılar, avukatlar falan.

N: Evet. Bu yeni varlığı sizin anlayacağınız şekilde şöyle açıklayabilirim. Küresel şirketler, bayrak devletleri, marka dinleri ve talebe fabrikaları gibi organizmalar tek bir varlığın çeşitli görüntüleridir. Bu varlığı Tüzel Organizma diye tanımladım. Okul ve din tabiatın madde olduğunu öğretir. İnsanlar sadece maddenin varolduğuna ve yaşayan her şeyin madde olması gerektiğine inanırlar. Tüzel Organizma yaşayan bir varlıktır ama vücudsuzdur. İsmi vardır, cismi yoktur. O her yerdedir ve hiç bir yerde değildir. İnternet gibi.

YB: Hızınızı almaya başladınız. Ama yerimiz dar. Teşekkürler açıklamalarınıza.

N: Kısaca: Varolan herşey bir anlaşma sonucu var olur. Tüzel Organizma hukuk anlaşması ile, vücudlu organizmalar aşk anlaşması ile varolurlar.

YB: Kedilerle ne alakası bütün bunların?

N: Ne kediler ne de insanlar onları sömüren kendilerinden farklı cinsten bir organizmaya karşı tek vucud olup özgürlük savaşı veremezler. Sizin de dediğiniz gibi onlar düzenin farkındadırlar ama böyle gelmiş böyle gider deyip düzenden pay almak için yaşarlar. Zaten kediler de insanlar da köleliklerinden hoşnutturlar.

YB: Bu büyük buluşunuzun kime ne faydası olacaktır, bay Niçe?

N: Varoluş anlaşmanızda size ait olan özgürlüklerinize sahip çıkmalısınız. Kana susamış varlıklar olduğu gibi özgürlükle beslenen varlıklar da vardır. Özgürlüklerinizi onlardan korumalısınız. Yoksa gelir alırlar. Köleliğe düşersiniz.

YB: Tekrar teşekkürler.

9 – Sonsöz

Peki Çe’nin cins devrimi kavramı diyelim Amerika’nın en entel düşünce tanklarından birine değerlendirilmek üzere yollandı. Bu muhteşem kafalar binlerce dolar tutan paralarını peşin aldılar ve bir rapor hazırlayıp bize verecekler.

Raporda birbirinden önemli değerlendirmeler, grafikler, tablolar, istatistikler sayfaları süsleyecek. Böyle bir cins devrimi mümkün müdür değil midir? Cevabını alacaz.

Aklımızda tutmamız gereken tek şey bu düşünce tanklarının asıl amacının Amerikan tanklarının daha sonra şu ya da bu memlekete girmelerini meşrulaştıracak kuramsal zemini hazırlamak için varolduklarıdır. Onların hizmetlerinden yararlanmak isteyen özel kurumlara da aldıkları para oranında istedikleri sonucu bulurlar.

Biz ise sorunun cevabını bilmiyoruz ki onlara bulmalarını söyleyeyim. En iyisi kendi mütevazi aklımızı kullanıp bu konuyu derinlemesine incelemiş olan Niçe’ye sormak. Zaten böyle bir konuyu biz ondan duyduk. Çe bile devrimin kuramsal temellerini Niçe’nin kitaplarında okumuş, daha onların yasak olduğu zamanlarda.

Çe bütün bir cinsi ortak düşmanlarına karşı tek vucud olmaya çağırıyor.

En büyük problemi özgürleştirmek istediği bireylerin ortak bir düşmanları olduğundan habersiz olmaları. Kedilere baktığımızda Çe’nin önündeki en büyük engel sistemin içinde rahat ve güvenli bir hayat yaşayan bu bilinçsiz kitlelerdir, yani evcilleşmiş kedilerdir.

İnsan toplumunda da bu böyledir. Bu evcilleşmiş bilinçsiz kitleye tüketici denir. Tüketiciler düzenin kurbanı oldukları halde düzenin değişmesini istemezler. Onlar emeklerini Organizmaya satarak büyük zorluklarla satın aldıkları ve gururlandıkları mal ve mülklerinden vazgeçmezler. Televizyonları, salon takımları, arabaları, havuç doğrama makineleri, onlar için kutsal şeylerdir. Soyut bir kavrama ulaşmak için somut şeylerini tehlikeye atmazlar. Zaten onların tanıdığı tek soyut kavram paradır. Ve bu tavırları için onları suçlamaya kimsenin hakkı yoktur. Tüketiciler içinden geçtiğimiz bu hayatı yaşayabildikleri en güzel şekilde yaşamaya çalışmaktadırlar.

Düzenden çok daha büyük bir pay alan diğer bir grup ise suçlanmalıdır çünkü onlar suçludur. Suçları insanlara karşı Organizma ile işbirliği yapmaktır. Organizmanın insanları sömürmesini mümkün kılan bu profesyonel sınıftır. Toplumun bütün değerlerini, para dahil, kontrol eden bu sınıf doğal olarak cinslerinin Organizmanın egemenliğinden kurtulmasını istemezler. Der Niçe.

Niçe’nin Çe’ye tavsiyesi kedileri toplu olarak programlama yolunu bulmasıdır. Çünkü İnsanların Efendisi binlerce yıldır programlama metodu ile insanları kendi evcil insanları olarak sömürmektedir.

Programlama programlamak istediğiniz kitleye farkettirmeden ona bir alışkanlık kazandırmaktır. Yoksa kedilere açıkça gerçeği söylemek, ‘siz kölesiniz’ demek bir işe yaramaz, kedilerin bir kulağından girip ötekinden çıkar.

Evet bir haksızlık yapılmıştır. İnsanlar kedilerle olan anlaşmalarını tek taraflı olarak bozmuşlar ve kendilerini kedilerin efendisi ilan etmişlerdir.

Köle olduğunun bilincine varan her kedi diyelim kendini sorgulasın: “Vay be, köleymişim de haberim yokmuş. Ne yapmalıyım? Hemen harekete geçip kendimi kölelikten kurtarmalı mıyım? Yoksa hiç bir şey yapmadan bu rahat ve güvenli hayatıma devam mı etmeliyim?”

Siz olsanız ne yapardınız?

Kedilerin yüzde doksan dokuzu rahat ve keyifli hayatlarını özgürlüğe tercih edeceklerdir. Hiç bir kedi leş kokan çöp bidonlarından ‘Ohh! Ne güzel! Açım fakat özgürüüüüm!’ diye nara atabilmeyi çekiçi bir hedef olarak görmez.

Sorgulamaları sonucunda rahatlarını bırakıp eyleme geçmeyi seçen yüzde bir ise henüz dünyadan haberi olmayan gençlerden oluşacaktır. Bu gençler de özgürlük savaşı vermenin Özgürlük Cemiyeti gibi partilere yazılmak olduğunu sanacaklardır. Parti hiyerarşisinde yükselmeyi de devrime en büyük katkıları olarak göreceklerdir.

Ve, milyonda bir, bir Çe çıkacaktır. . .

Ne yazık ki kedi davasının samimi ve yorulmaz savaşcısı Çe’nin sonu şimdiden bellidir. Uzun yıllar sonra nihayet Organizmanın onu farkedeceği kadar başarılı olduğu zaman isimdaşı Che gibi Organizma onu bulup imha edecektir. Çünkü birey kuruma yenilmeye mahkumdur.

Herşeye rağmen tek bir birey bile cinsin efendisinin bilincine varsaydı o cins için iyi olmaz mıydı? ‘İyi olurdu’ diye cevaplıyor Niçe, ‘uzun vadede iyi olurdu.’